14 Eylül 2011 Çarşamba

Kore'den; I Saw The Devil

Bir filmin hem bir an önce bitmesini istemek, hem de hiç bitmemesini istemek. I saw the Devil’in karşılığı tam olarak bu.


Bu filmi iki günde bitirdim, öyle kolay kolay izlenecek, hazmedilecek türden bir film değil. Başlarken kesinlikle bazı şeyleri göze almanız gerekiyor. Şiddete dayanaklıysanız yaslanın koltuğunuza ve huzursuz olmaya başlayın.


Konusu özetle; Şeytani zekâsıyla dehşetengiz cinayetler işleyen, kurbanları arasında çocuklar bile bulunan seri katil Kyung-chul'u polis bir türlü yakalayamaz. Ancak, emekli bir polisin kızı öldürüldüğünde, kızın nişanlısı, gizli ajan Dae-hoon, katili kendi bulup cezalandırmaya karar verir.



 Gelelim detaylara; Benim ilk dikkatimi çeken katilin sıradanlığıydı.seri katil filmlerinde katilin geçmişinde bir olay vardır, onun intikamını alır birilerinden ya da mesela pedofilidir, sapkındır, delidir, şizofrendir, dahidir, ama buradaki katilin hiçbir amacı yok.
Filmde neden cinayet işlediğiyle ilgili bir bilgiye rastlamayız. Hem de biryerlerde arayıp sormadığı annesi babası ve bi de ergen bir oğlu vardır. Hayat onun için çok sıradan.

Ve onun peşindeki intikamcısı; Sevdiği kadın ölünce hayatta her şeyini kaybetmiş birine dönüyor. Hayatta kalmak için bir amaç ediniyor. Bu amaç onu katilinden bile daha vahşi birine çevirse bile.
Yine de ona hakveriyoruz biraz. Onun bize söylediği “şiddete meyyalim vallahi dertten” türünde bir yakınma.Acımasız katile yaptığı ise acıyı delirte delirte hissettirmek. "korkuyor musun, şimdi ne yaptığını anladın mı" diye soruyor. "Ben korkmam, ben ölmem " diyen katil ise orda bile soğukkanlı...


Katili canlandıran Min-sik Choi katil tiplemesiyle hem kendinden nefret ettirirken hem de oyunculuğuyla hayran bırakıyor. Bu kadar üst düzey bir oyuncunun elinde çekiciyle gezen manyak katil rollerinden bir an evvel çıkıp karşımıza farklı rollerde gelebilmesini umuyorum.
Byung hun lee’ye gelince. Kore’nin dünyaya açılan en önemli yüzlerinden biri. Daha önce A Bittersweet Life filmindeki oyunculuğuyla göz dolduran aktör burada oyunculuk sınırlarını başka bir boyuta taşımış.
Yönetmen Kim Ji Woon ise bilindik bir hikayeyi bilinmedik şekilde anlatan Güney Kore’nin en afilli yönetmeni benim için.

Filmin insanı sarsan özelliği ise intikam duygusunun intikam alınmaya yemine edilen kişinin yaptıklarını bile aşan bir şiddete ulaşması. Son sahnede polisin acımasız seri katile yaşattığıysa gerçekten dehşet verici. Öyle inanılmaz bir planki seyircide katilin yaşaması isteğini meydana getiriyor.

Son sahnedeki göz yaşları ise sarsıntınıza 9 şiddetinden bir deprem daha yaşatacak.

Hayatı bize tozpembe gösteren, olmadık şekilde hayallere daldıran izleyip izleyip iç geçirdiğimiz ve içimize anlık tebessümler ekerken bir yandan da gerçekten uzaklaştıran o romantik komedi filmlerine bayılıyorsanız, bu film pek size göre değil. Ama ben sinema şaheseri görmek ve gerçekten etkilenmek isityorum diyorsanız bu filmi kaçırmayın derim. Amerikan türü Gerilim ve seri katil filmlerinin solda sıfır kaldığına bu filmle şahitlik edin

Film bitti etkisi uzun sürdü. Üstümde bıraktığı bu huzursuzluk içine bir kez daha Güney Kore Sinemasına teşekkür ettim.
 
  

Kore'den; A Bittersweet Life

Aşkından ölmek mi?

Hayata karşı gözümüzü karartıp yaptığımız en çılgınca şey nedir?

Bir an düşünün istiyorum, ideallerimiz uğruna okulumuzu bırakmak? sevdiğimiz adam, kadın uğruna ailemizi silmek?, bir yakınımız için böbreklerimizden birini vermek?

Peki ya aşkımızdan ölmek?

Sizi duyar gibiyim.. evet bence de bu tam bir delilik..

Film; bir ağacın usulca sallanışıyla başlıyor ve bir dış ses bize bir hikaye anlatıyor:
“bir öğrenci, esen rüzgardaki birkaç dala baktı, ustasına sordu...
"dallar mı hareket ediyor usta, yoksa hareket eden rüzgar mı?"
öğrencisinin nereyi gösterdiğine bile bakmayan usta gülümsedi ve cevap verdi.
"hareket eden ne dallar ne de rüzgar..."
"hareket eden kalbin ve aklındır."”

A Bittersweet Life filmi’nin konusu izlediğimiz yüzlerce film gibi; aşk. Mafya patronunun yanında yıllarını geçirmiş bir fedainin bir gün aşık olup, sevdiği kızı korumak uğruna tüm hayatına ihanet edercesine savaşı.


Klasik bir senaryo ama sıra dışı birkaç özellikten bahsetmek istiyorum.

Byung Hun Lee’nin oynadığı Seon-woo karakteri, 8 yılını büyük bir bağlılıkla yanında çalıştığı mafya patronuna adamıştır. Birgün patronu ondan genç sevgilisinin kendisine ihanet edip etmediğini öğrenmesi ve ihanet durumunda kızı öldürmesini ister.

Esas adam kızla tanışır, Shin Min Ah filmdeki aldatan sevgilidir. Seon woon o kızla tanışmasıyla hayatın güzelliklerinin farkına varır, bu farkına varış yılların boyuneğmişliğine bir başkaldırışı da beraberinde getirir.


Filmin ana karakteri olan fedai klasik aksiyon filmlerindeki gibi güçlü, hiçbir olumsuz özelliği olmayan, karakteri baskın, ne yapacağını kesinkes bilen biri değil. Aksine çok zayıf, kırılgan bir yanı var, bir kere duygusal, ağlayan, yalvaran, patronu karşısında yine de ezilen biri. Ama onun o başkaldırışı ve sevdiği kadın uğruna tüm hayatını silişi aslında karakteriyle çelişen ama çelişkiden muhteşem bir hikaye çıkarmasını bilen bir karakter. Hem çok cool hem kararsız biri. Ne şartta olursa olsun takım elbisesi ve beyaz gömleğinden vazgeçmeyen, üstü başı çamur içindeyken bile gömleğinin yakasını düzeltecek kadar da takıntılı biri.
  

 Şiddet ve aksiyon yanıyla aksiyon severlere çok güzel hitap eden bir film. Şiirsel ve dokunaklı anlatımıyla (ki burada Yuhki Kuromoto’nun Romance isimli parçasının etkisi büyüktür) duygusal ve romantiklere de seslenen bir yanı var.

Sahne geçişleri kesinlikle çok şaşırtıcı.Tam bitti denilen yerde birden tırmanıveren ve filmin sonlarında doruğa ulaşan akışı gözünüzü ekrandan alamayacağınız tarzda. Kurşunların gelişi, insanın bedenine saplanışı, kanın yavaşça akışı, akıl almaz bir şiddet şiddete eşlik eden şiirsellik.

Seon Woo hesaplaşma anında patronuna bakar; “Neden bu hale geldik” diye sorar. O Bakış sizi filmden kopartıp içinize çöker, ama asıl çöküşü filmin sonuna hazırlayın. Shin Min Ah’ı hatırlayışı, onu uzaktan seyredişi, bu hatırlayışın getirdiği kana karışan gözyaşları.

İşte sizin de bittiğiniz an, artık dayanamayıp, bu yaralı adamla ağlayıvereceksiniz.

Erkekler dünyasında iktidar savaşları, bugüne kadar hep yatsınan aşk duygusunun acı bir şekilde ortaya çıkışı, ve hayatın sorgulanışı..

Aşk için yapılan akıl almaz bir savaş. Güney Kore diyince listenin üst sıralarında yer alan bir başyapıt.

İzlemek için sebebiniz çok.


bir sonbahar gecesi, genç öğrenci ağlayarak uyanmış. ustaya bu tuhaf gelmiş ve sormuş:
- bir kabus muydu?
öğrenci hayır, demiş.
- üzücü bir rüya mıydı?
+ hayır, ustam. rüya öyle güzeldi ki...
- öyleyse niye bu kadar üzgünsün?

genç öğrenci gözyaşlarını silmiş ve yavaşça cevap vermiş:
+ çünkü... gördüğüm rüya asla gerçek olamaz.
 

23 Ağustos 2011 Salı

Başlarken...

içimden ne gelirse diye yazacaktım başlarken. başlarken bile içimden bir şey gelmiyor. İlk adımı atıp gerisini beklemeye koyuluyorum. Yazacak bir şey olmayınca, şairin kelimeleri gibi kifayetsiz kalınca klavyemin harfleri bir resim ekleyip bu eziyeti bitirmem gerektiğini anladım... Bırakalım böylece tüm tedirginlikleri, dingin bir gökyüzüne salıverelim... sadece..